7 Mayıs 2014 Çarşamba

MEHMET FEHMİ AĞA VOGUE HOUSE AND VANİTY FAİR

MEHMET FEHMİ  AĞA (1896-1978) erken 20 dergisi sanat yönetmeni rolünü tanımlayan vesile oldu  yüzyıl. Kültürlü ve parlak, o sayfalarına Avrupa avant garde deney tam kuvvet getirdi Vogue , Vanity Fair , ve House & Garden Amerika Birleşik Devletleri'nde, Condé Nast yayıncılık şirketin amiral gemisi dergileri.
Onun eğitim İmparator Peter Kiev Büyük Politeknik Enstitüsü İktisat derecede Paris'te Doğu dilleri de bir dereceye kadar geniş değişmekteydi. O sanatları eğitimi takip ve fotoğraf, tipografi ve bilimlerinde uzmanlık elde etti. Bir komuta kişiliği ve sarsılmaz güven ile o Paris ve Berlin ofislerinde ön plana çıkmıştırVogue . Onun yaratıcı düzenleri Amerikan baskısının sanat yönünü devralmaya Ağa'yı ikna Condé Nast bizzat dikkatini çekti Vogue 1929 yılında. Onun sorumlulukları yakında eklemeyi geldi Vanity Fair , en etkili sanat ve harfler dergilerinden biri gün, hem de saygıdeğer ev tarzı dergi House & Garden . Dr Ağa Sans-serif türleri, Edward Steichen, Carl Van Vechten ve Edward Weston gibi aydınları tarafından fotoğraf, yanı sıra

resimsel özelliğini tanıttı.






Ağa 1943 yılında Condé Nast bıraktı ve yayıncılar ve mağazalar dahil olmak üzere çeşitli şirketler için aranan bir grafik sanat danışmanı oldu. O Sanat Yönetmenleri Kulübü (1935) ve Aiga (1953-1955) hem başkanı oldu ve tasarım iyi tat bir hakem olarak yakın bir efsanevi durumu zevk. Tarafından yayınlanan bir haraç PM Magazine Ağustos 1939'da, William Altın Ağa onun tasarımcıları yerleştirilen yüce beklentileri hakkında yazdı:
"Ağa'nın talepleri çok basit görünüyor., Okunaklı bir şey yapın mantıklı sunmak ve ... bir şekilde lüks görünmesi onun gibi olacak bir şekilde onlar bir sayfa bakmak gerektiğini düşünüyorum nasıl sadece tek sürüm değil bulmak, ama on So., ya da yirmi, kırk ... Ve sırf verimlilik için bu yöntem eşsiz bir gün ışığını görmedim reddedilen düzenleri olanlar balya gelince,.. onlar tamamen boşa sanmıyorum Bir gün, daha az yorgun bilgin Grafik Sanatlar onları ortaya çıkarmak ve tekrar gibi bir şey için çok fazla şey biliyordu adam tarafından uyarıldı özgün ve heyecan verici iş inanılmaz miktarda keşfedeceksiniz. "

19 Mart 2014 Çarşamba

KÜBİZİM DE STİJL AKIMININ ÖZELLİKLERİ

Kübizm, 20.yüzyıl başındaki temsile dayalı sanat anlayışından saparak devrim yapan Fransız sanat akımıdır. Pablo picasso ve Georges Brauge nesne yüzeylerinin ardına bakarak konuyu aynı anda değişik açılardan sunabilecek geometrik şekilleri vurgulamışlardır. Akımın manifestosunu yazan Apollinaire, bir taklit sanat değil tasarım sanatı olduğunu söyler.
De Stijl, 1917′de Theo van Doesburg tarafından yayınlanmaya başlayan aynı adlı derginin adını taşıyan bir Modern Sanat akımı. Görsel sanatlar ve mimarlıkta etkili olmuş ve büyük çoğunlukla Hollandalı sanatçıları içermiştir.  Bundan ötürü, yalnızca temel geometrik biçimleri ve ana renkleri kullanan bir biçimlendirme anlayışı öngörmüştür. Gerek amaçları, gerekse de biçim dili açısından Bauhaus’u etkilemiştir. En ünlü ressam üyesi Mondrian’dır.
Her iki akımda da geometrik ögeler kullanılmıştır. Sanatçılar romantik süslemelerden, motiflerden kaçınmıştır.  Çıkış dönemleri birbirine çok yakındır. İki akımında mimarlık gibi resimden başka alanlarda etkisi büyüktür.

Picasso kübist eserlerde zaman kavramı olduğundan bahseder. ona göre figürler ve objeler hem sabah, hem öğlen, hem akşamüstü hem de gece görünümlerinde aynı anda resmedilmişlerdir.  De stijl akımında ise böyle bir kaygı yoktur çok daha evrenseldir. Ayrıca kübizm baktığı açıdan nesnenin tüm hallerini ve tüm açılardan görünüşünü resmetmeyi amaçlar. De stijl’de ise eserlerde uyum, düzen kurulmaya çalışılır. De stijl’de sadece ana renkler ile yatay ve düşey hatlar kullanılırken kübizm akımında figüre oldukça yakın, esnek çizgiler kullanılabilir, herhangi bir renk sınırlaması da yoktur.

Piet Mondrian, insanüstü duyu ve becerilerin sahip olduğuz yeteneğe büyük etkisinin olduğunu düşünen bir ressamdır. Yaşamının belirli dönemlerinde teozofiye merak salmış ve bununla beraber yeni farklı felsefi öğretileri harmanlamasıyla özgün bir sanatın var olabileceğini, bu sanatın takip edeceği bir müziğin izleyici ile “mutlak” buluşması gerektiğini düşünmüştür. Nitekim sanatçının bu yolda yapmış olduğu resimler öyle bir “devamlılık” duygusu ve psikoloji taşımaktadır ki bugüne değin ve eminim bundan sonraki dönemlerde de sanatın her dalında anlam ve biçemin izleyiciye aktarılmasında tercih edilen mühim bir araç olarak görülecektir. Mondrian’ın peşine düştüğü ve eserlerini birbirine bağlayan iki önemli eleman olarak görülen “renk” ve “çizgi”, Wassily Kandinsky tarafından 1912 yılında kaleme alınmış “ Sanatta Zihinsellik Üzerine” adlı eserinde; sanatın maneviyatı, renk ve çizgi müziğinin neye benzediğini, arıtılmış insan ruhunun resim ile arasında kalan mekanda nasıl bir renk skalasını doğurduğunu anlatmıştır. Bu kitapta yazılanlar, Mondrian’ın eserlerinde çok rahat takip edilebilir

Mondrian Eserleride Müziğin Vurgusu

     Teozofi; hristiyanlık çağından çok çok önce var olmuş ve sürekli varoluşa inanan, insan ruhunun evren ruhuyla düşünce, bilim ve aydınlanma çerçevesi içinde tinsel dolgularla birleşmesini öngören bir düşünce akımı, hatta psikolojik bir bilim olarak tanımlanmaktadır. Duyu, anlayış, diyalektik ve sezgi bu düşünce akımının temel yapı taşlarını oluşturur.  Çok sesli bir enstrümandan ahenkli bir ses çıkarabilmeye benzeyen teozofi; cahil veya bencil olanlar için oldukça tehlikeli bir alandır. Evrim tablosu incelenirken, renklerin etkisi bir kenara bırakılmamalıdır ki bu, maddenin retina ile buluşmasını sağlayan en mühim kurallardan birisidir. Tabloya bakıldığında mavi bir tonun her bölgeye hakim olduğu görülmektedir. Mavi, Kandinsiky’e göre, göğe yükselmekte olan derinleşme gücüne sahip bir renktir. “Mavi, koyultuldukça insanı o ölçüde sonsuzluğa çağırır ki içinde saf olana ve nihayet doğaüstü olana bir özlem duygusu uyandırır. Mavi göğün rengidir; gök kelimesinin tınısını işittiğimiz zaman, kafamızda canlandırdığımız biçimiyle göğün rengidir. Mavi tipik semavi renktir; çok derine inen bir biçimde sükûnet unsurunu geliştirir.
 Ciddi, sonu olmayan ve olamayacak durumlara sonsuz bir derinleşme olur. Mavi açıldıkça daha kayıtsız bir karakter edinir, insana uzak ve aldırmaz bir tutum kazanır, büyük şiddetlere yükselemez. W. Kandinsky bu paragrafta, mavinin neredeyse teozofi için olan anlamını da açıklamıştır. Resmin konusu ve adı itibariyle seçilmesi en uygun renk olmuştur mavi. İnsan ile göz temasına girdiğinde içe doğru derinleşen bu renk, derinleştiği yerde neyi aradığını ve sonunda neye ulaştığını anlatır. Öte yandan bu rengin müziksel tını karşılığı hakkında da şunları yazmıştır Kandinsky:“ Müziksel yönden canlandırıldığında açık mavi flüte benzer, koyu mavi viyolonsele ve daha da koyuldukça kontrbasın harika tınısını alır; koyu, törensi biçimindeyse tınısı pes bir orgun tınısına benzetilebilir.” Bu sesleri dinlediğimizde tinsel ve bilimsel aracın ne olduğu dahil, müziğin teozofik adımlarını hissedebiliriz.
 Cümlede bahsi geçen enstrümanlardan yola çıkarak sağ ve solda yer alan figürlere daha koyu maviyle fon oluşturduğunu izleyebildiğimiz fırça darbesi izleyiciye, Kandinsky’den hareketle pes bir orgun tınısını yani Johann Sebastian Bach’ın Toccata and Fugue in D minor adlı eserinde kullandığı orgun ezgilerini dinletir gibidir. Bunun aksine Mondrian’ın, Avrupa klasik müziğinin yeni bir sanat anlayışını yansıtmayacağı düşüncesi de bilinmektedir. Sanatçı New York’a gittiğinde Brooklyn’deki cazz müzikten çok etkilendiğini ve bu müzik türündeki ritmleri resimlerine yerleştirmeye başlayacağını belirtmiştir. Nitekim 1940’lı yıllarda yaptığı Broadway Boogie-Woogie adlı eserinde yatay-dikey çizgilerin içinde ve renklerin özgür kalabildiği yerde oluşturdukları geometrik şekillerin dizilimi ile boogie-woogie tarzı bir müziğin nota evrimi geçirerek gözle duyumsamanın önünü açmıştır. Hatta bu eser, bir zamanlar boogie-woogie dansına merak salan dansçı sanatçı Mondrian’ın ayak ritimlerinin izlerini de taşıyor olabilir.

1 Ocak 2014 Çarşamba

graffiti tarihçesi

GRAFFİTİ TARİHÇESİ

Tarihsel olarak graffiti'nin oldukça eski bir geçmişe, mağara duvarlarına çizilen şekiller nedenilye ilkçağ, 4. veya 5. yüzyıl dönemlerine dayandığı,Pompei'deki duvar yazılarının graffiti sayıldığı söylenebilir. Eski Mısır döneminde insanların geçtikleri yerlerdeki duvar ve kayalara bıraktıkları çeşitli şekil ve yazılardan oluşan mesajlar, graffitinin ilk adımları sayılsa da, günümüzdeki anlamıyla graffitinin ana çıkış noktası 1940'lı II. Dünya Savaşı günlerine denk gelmektedir. Almanya'yı Doğu ve Batı şeklinde ikiye bölen Berlin Duvarı'nın her iki yanı protest kişilerce boyanarak, yazı ve sloganlarla bezendi. 1960'lı yıllarda ABD'de politik grupların görüşlerini duyurmak için bu yöntemi tercih etmesi, gençlerden oluşan sokak çetelerinin, kendi denetimleri altındaki alanları belirlemek için duvar yazılarını kullanmasına yol açtı. Ardından bağımsız bireyler graffitiyi geliştirdi. Sosyal içerikli iletiler dışında, bireysel seçimleri de yansıtmaya başlayan graffitiler giderek renklendi. 1970'lere gelinirken, bu görsel uygulama, şehir duvarlarından metro duvarlarına geçerken, New York'tan ABD'nin hemen hemen tümüne yayıldı.

GELİŞİMİ

Dünyanın çeşitli ülkelerinde başta duvarlar olmak üzere uygun olan hemen hemen her zemin; graffitiler için uygun yer oluşturuyor, sprey boya, fırça gibi çeşitli araçlar devreye girerek, neredeyse beğeni yarışması haline dönüştürüldü.Graffitinin genel olarak illegal (yasadışı) bir uygulama olması, bu konuda yasa eksiklikleri, tarihsel eserler, özel konutlar dahil, herhangi birçok yerin rastgele boyanarak graffiti zemini kabul edilip uygulama yapılması, graffitiye bakış açısının ağırlıklı vandalizm olarak kabul edilmesinde rol oynamış, uygulayanlar hakkında yasal işlemler yapılmıştır. Özellikle hip-hop kültürünün yaygınlaşmasıyla modern ve asıl şu anki graffiti ortaya çıkmıştır. Graffitinin bugüne gelmesine kadar geçen süreçte, bu konuda Hugo Martinez, Bozo Texino, Taki 183 gibi isimlerin ünlenmesine yol açtı. Graffiti yapanların çok büyük bir çoğunluğu kimliklerini gizlemekte ve papo 184, junior 161, cay 161, stitch 171, barbara 62, TAKI 183 gibi takma isimler kullanmaktadırlar. Örnek olarak TAKI 183, 1969 - 1974 yılları arasında Washington ve Manhattan'dametro istasyonlarında büyük ün yapmıştır.

Graffiti, kendi gelişimsel sürecini rekabet ortamının da teşvikiyle hızlı yaşamıştır. Bu gelişim sonucunda "tag" adı verilen graffiti yazarları imzalarına semboller, ilgi çekici resimler eklenmeye başlamış. Bazıları sayısal simgeler, bazıları logo vb. şekiller kullanmıştır. Zamanla kullanılan harflerin boyutları büyümüş, harflerin içi desenlerle süslenmeye başlanmış, herkes kendi yazım tarzını belirlemiş ve kendine has renkleri kullanmış, hatta durum giderekkaligrafi sanatının bir yansımasına dönüşmüştür.
Graffiti uygulayıcıları, kendilerini sokak ressamı olarak tanımlarlarken, çoğu zaman işi gerektiren maliyetleri kendi ceplerinden ya da sosyal çevrelerini oluşturan dernek, örgüt vb. topluluklardan karşılarlar. "Graffiti" adıyla müzik grupları, albümler vb. oluşumlar gerçekleşmiştir. İran gibi baskıcı yönetim altındaki ülkelerde bile görülen sanat; genellikle barış yanlısı, savaş karşıtı bir eğilim çizmektedir
Günümüz graffitisi, hip hop kültürünün temel unsurlarından biri olmuş, kimliğini açıklamaktan çekinmeyen, bu konuda yasal dernekler, sinema filmleri , bilgisayar oyunları, web siteleri, grafik bilgisayar programları vb. oluşturanların temsilciliğinde, çeşitli iniş çıkışlarla varlığını sürdürmektedir.
Tüm dünyada graffiti 1980 sonrası zirve yıllarını yaşamıştır. Bu süreçte ABD'nde toplumsal sorun haline geldiği bir dönem yaşandığında, sprey boyalar, satıldığı yerlerde kilit altında tutulup, küçük yaştakilere satışı yapılmamıştır. 1980'li yıllaırn ikinci yarısının sonlarında düşüş eğilimi göstermişse de 1990'ların ortalarında yeniden yükselen bir grafik izler. 1980'li yıllarda Style Wars ve Wild Style adlı iki belgesel graffiti ve hip hop kültürünün geniş kitlelere yayılmasına olanak tanımıştır.

18 Aralık 2013 Çarşamba

Tolunoğlu Sanatı

TOLUNOĞLU SANATI

Abbasî halifeleri zamanında, Mısır’da ilk bağımsız Türk İslâm Devleti Oğuz Türklerinden Tolunoğlu Ahmed tarafından kurulmuştur. Halifelik merkezi Samarra’da bulunan Buhara’dan gelen babası Tolun, Halife Mutasım zamanında (833-842) cesareti ve bilgisi ile tanınmış bir şahsiyetti. Aynı derecede cesur ve kültürlü olan oğlu Ahmed iyi tahsil ve terbiye görmüş, kültürlü bir şahsiyet olarak, öteden beri Türk kumandanların emrine verilen Mısır ülkesine 868 yılında vali olarak gönderilince, Mısır tarihinde parlak bir devir açılmış oldu.

Daha ilk yıllarda Bağdat’a vergi ödemeyi durdurmuş, Mısır maliyesinde ıslahat yaparak halka refah sağlamıştır. Mısır tarihi boyunca en parlak ve refahlı devrini onun zamanında yaşamıştır. Kısa zamanda bütün Mısır’ı kalkındırdı. Fustat yeniden canlandı, bunun yanında kışla ve saraylar mahallesi olarak el-Katayî gelişti. Burada, kendisine muhteşem bir saray, polo sahası ve bir Darü’l-İmâre yaptırdı.
Sarayın dokuz kapısından biri olan Babü’l-Salat, üç geniş cadde ile, 600 m. ilerideki İbn Tolun Camii’ne bağlanıyor, kendisi ortadan, maiyeti iki yan caddeden atlarla camiye gidiyordu. Ayrıca bir hastane ve bugün hâlâ duran bir su kemeri yaptırmıştır.Tolunoğlu Ahmed’in on beş yıl içinde yaptırdığı eserler ve gerçekleştirdiği gelişmeler hayret vericidir.
Mimari tarihinde yer alan İbn Tolun Camii, muhteşem bir saray, bir şifahane, su kemeri gibi eserler meydana geldi. Deltanın yukarı Mısır’ın diğer şehirlerinde de imar faaliyetleri gelişti.
Üç yılda tamamlanan (876-879) İbn Tolun Camii’ni (122×140 m.), Samarra Mutevekkiliye Camii’nin basit bir benzeri olarak görmek doğru olmaz. Samarra’da ve Tolunoğlu’nun asıl memleketi Buhara’daki gibi tuğladan yapılan camide, kemerlerin dış ve iç yüzü, duvarların üst kenarı, çok sert beyaz bir ştukla, 60 kadar değişik örnek halinde süslemelerle kaplanmıştır.


Samarra üslubuna benzer süslemeler de görülür. Ağaç kirişler üzerinde iki kilometreyi bulan, dünyanın en uzun kûfî kitâbesi bulunmaktadır. Asıl cami duvarlarının dışında 40.50 m. yüksekliğinde minare, Creswell’in araştırmalarına göre, yerden başlayan tuğladan spiral biçiminde, Samarra’daki Malviye’nin benzeri olarak yapılmıştı. Herhalde, 1296′da Memlûk Sultanı Lâcin’in tamirinde, alt yarısı kalker taşından kare bir kule ile çevrilmiştir.


İbn Tolun Camii büyüklüğü, mimari asaleti, plânının sadeliği ile 37 yıl süren büyük bir devrin hatırası olarak yaşamakta ve şehir tablosunu kuvvetle canlandırmaktadır.
İslâm’da yapım tarihi bakımından beşinci hastaneyi kuran Türk general, vezir ve halife Mütevekkil’in yakın dostu Feth İbn Hakan’ın (ö. 861) damadı olan Tolunoğlu Ahmed 872 veya 874′te altıncı hastaneyi kurdu. Büyük mimarî âbide olan cami yanında yer alan bu hastanede kadın ve erkek hastalar için ayrı ayrı hamam, ücretsiz tedavi, ilaç, yatak, yemek ayrıca deliler koğuşu, acil servis, ilk yardım ve elbise teslim yeri gibi tesisler vardı.
Hastalara özel kıyafetler verilirdi. Fakat hastanede çalışan hekimler hakkında çok azbilgi vardır. Tolunoğlu Ahmed hastaneden önce bir de dispanser yaptırmıştı. Burada her Cuma günü bir hekim hazır bulunuyordu. Burada amaç, tıbbi yardımı acil servis veya ilk yardım merkezine benzer bir biçimde yaygınlaştırmaktı.



Schneider’in araştırmalarına göre Mısır’da Tolunlu atölyelerinde Samarra ve Bağdat örneklerine göre polikrom perdahlı keramik yapılıyordu. Daha sonra gelen Akşidler Devri’nde sadece monokrom perdahlı keramik yapılmış Samarra’nın polikrom perdahlı keramikleri bir daha yapılamamıştır. Keramik merkezleri, yukarı Mısır’da Behnasa ve Aşmuneyn olarak görülmektedir. Mimari yanında, keramik gibi diğer sanatlarda da parlak bir gelişme olduğuna şüphe yoktur.
Musiki sever, edip ve Türkçe şiirleri olan Ahmed’in 884′te ani ölümüne kadar bir altın devir yaşamış yerine geçen oğlu Humaraveyh zamanında bu gelişme devam etmiştir. Yeni hükümdar sanata ihtirasla bağlı, aynı zamanda lükse de çok düşkündü. Onun güzel kızı Katr’ün-Nedâ’nin halife ile evlenmesi tarihlerde destan haline gelmiştir. Fakat kendisinden sonra gelen oğul ve kardeşleri bağımsızlıklarını koruyamadılar. Ve Mısır, Halife El-Muktefi tarafından ele geçirilerek (905) vâliler idaresine verildi.


6 Kasım 2013 Çarşamba

ÇİN YUAN DÖNEMİ SERAMİKLERİ

Bugün de dünyanın en önemli seramik üretim
merkezlerinden biri olan Çin, tarih boyunca çok
güçlü bir seramik geleneğine sahip olmuştur. Birçok
seramik üretim tekniğini keşfedip geliştiren ve
kusursuz eserler yaratan Çinli ustalar, bu geleneği
yüzyıllar boyunca yaşatarak kendine özgü bir
seramik kültürü yaratmışlardır.
Çin’deki ilk seramik üretimi Neolitik Çağ’-
da M.Ö. 6000’li yıllara kadar uzanmaktadır. Daha
sonraki dönemlerde tarihsel gelişim sürecine bağlı
olarak seramik üretim tekniklerinde bir takım
gelişmeler yaşanmış, yeni şekillendirme, pişirim ve
sırlama teknikleri keşfedilerek hayata geçirilmiştir.
Çin kültüründeki ölü gömme ritüellerine bağlı
olarak seramik eşya kullanımı yaygınlaşmış ve
ülkenin birçok bölgesinde seramik üretim merkezleri
oluşmuştur.
Çin seramik sanatının gelişimine kronolojik
bir açıdan bakan bu çalışmanın amacı, dünya
seramik sanatında çok özel bir konuma sahip olan
Çin seramiklerinin oluşumundaki temel evreleri saptamak
ve bu konuda genel bir çerçeve çizmektir.

SONG (M.S. 960 – 1279) VE YUAN (M.S. 1279- 1368) DÖNEMLERİ

Song seramikçiliği Tang Dönemi’ne göre
çok daha çeşitli ve ince bir üsluba sahiptir. Bu
dönemde eğitimli sınıf bu sanata büyük bir değer
vermiş ve seramik endüstrisi daha öncesinde
olmadığı kadar himaye edilmiştir. Geçen yüzyıllarda,
felsefe, edebiyat ve sanat hareketlerinde bir yükselişe
sebep olan tinsel ve entelektüel heyecan,
sarayın kendisine de yayılmıştır. Fakat aynı zamanda
Song Dönemi, ciddi politik zayıflığın yaşandığı
bir dönem olmuştur. 1127’de kuzeyden gelen Chin

Tatarları başkent Kaifeng’i ele geçirir ve İmparatorHui Tsung’u esir alırlar. Bundan sonra küçülerek
güneyde hüküm süren “Güney Song” İmparatorluğu
Hangzhou’daki Saray’dan yönetilmeye başlamıştır.
Güneyin çömlekçilik merkezi olan bu kent, kültürel
hayatın gelmesiyle birlikte gelişmeye başlamıştır.
Song Dönemi seramikleri mükemmelliğini, kendinden
önceki dönemde gerçekleşen stoneware
tekniklerindeki büyük gelişimlere (sıcaklığının ve
atmosferinin düzenlenmesi) borçludur. Nitekim
Tang döneminde seramikçiler, örneğin, demir
bileşiklerinin sır içinde oksidan ortamda sarı, kahverengi
ya da siyah renk verirken; indirgen ortamda
yeşil ya da mavimsi renk tonları verebileceğini
biliyorlardı. Song döneminde bu gibi özellikler daha
sistematik bir şekilde araştırılmıştır. Ayrıca yoğunluk
ve viskozite gibi diğer etkenler ince ince hesaplanarak
etkileri test edilmiştir. Bu dönemde
gökyüzü, su, rüzgârda savrulan yapraklar gibi doğa
etkilerini taklit etmek için sınırlanmış tek renk efektler
tercih edilmiştir. Aynı zamanda Tang döneminin
metal sanatı orijinli formları yumuşatılıp, yeni akıcı
hatların elde edilmesi için ince bir değişikliğe
gidilmiştir. Bu yeni plastik anlayış, hatların daha
yuvarlaklaşmasını gerektirmiş; ağız kenarları yaprak
yaprak ayrılarak birçok kap formunda açık şekilde
çiçeğe benzer bir şıklık elde edilmiştir.
“Güney Song” Dönemi’nin en eski başlıca
işleri Hebei bölgesinde Dingzhou şehrinde üretilmiş
olan ve “Ding ware” diye adlandırılan porselenlerdir(
Resim 8). Bu porselenler pürüzsüz, fildişi
renginde sırlarla kaplanmışlardır. Bu özellikleriyle
Tang Dönemi beyaz porselenlerinden bariz bir şekilde
ayrılırlar. Düz ve sade sırlanmış olan “Siyah
Ding” ve “Kırmızı (kırmızımsı kahverengi) Ding”
porselenleri bu dönemin nadir bulunan işleridir.
Yalın formlarıyla dikkat çeken Ding porselenleri en
çok günlük hayatta kullanılsa da süsleme olarak
eklenen lotus, şakayık bitkisi, ejderha ya da balık
gibi çok bilinen Song motiflerinin itina ile işlenmesi
sonucu değerleri daha da yükselmiştir.
Bu gibi oyma ve kazıma dekorlarının
güneyin gri–yeşil Yueh seladonlarından bir miras
olduğu bilinir. Ayrıca bu işler, “Kuzey Seladonları”
diye adlandırılan türün diğer Song Dönemi işleri
arasında yükselmesine dayanak oluşturur. Lüsterli
ve yağ yeşili renklerinde sırla kaplanan pekişmiş gri
bünye, bilindiği üzere Song seramiklerinin
genelinde tipik olmayan “porselenimsi stoneware”
diye sınıflandırılmıştır. Akıcı çizgileri ve mükemmel
bir orantıya sahip biçimiyle tasvir edilen Kuzey
Song vazosunda şakayık çiçeğinin ritmik
süslemeleri, çubuklarla biçimlendirilmiş olup meyilli
iniş çıkışlar sırlama yapılmadan önce gerçekleştirilmiştir.
Kuzey Seladonları’nın üretildiği
başlıca merkezler Shaanxi’deki Yaozhou ve Orta
Hunan’da Lin-ju bölgeleridir.
Kuzey fırınlarının diğer ünlü seramikleri,
soluk ay ışığından lavanta rengine, hatta mor tonlarına
kadar: mavi renkli sırların geniş renk paletine
sahip olan Chun seramikleridir. Oldukça kalın uygulanan
bu sırlarda genellikle kabın dip kısımlarında
akma efektleri görülür. Bu sırlara pişirim öncesinde
bakır oksidin sıçratılmasıyla, mor ve crimson kırmızısının
müthiş canlılığı kazandırılmıştır.
Kuzey Çin’de hanedanlık boyunca üretilen
tabaklar, kaseler, kavanozlar, üç ayaklı buhurdanlıklar
bu renkli stilin en yaygın formlarıdır.
XII. yy.ın başlarında sarayın emriyle
yapılan ve üretimi sadece 20 yıl kadar devam eden
Ju seramikleri, Song Dönemi seramiklerinin en
nadiri ve diğerlerinin arasında en titiz çalışılan
örnekleridir. Yağmurdan sonraki gökyüzünden esinlenen,
olağanüstü güzellikteki Kuzey Seladonları,
devetüyü rengindeki bünyesi ve oldukça yalın, açık
mavimsi yeşil sırları, özellikle belirginleştirilmiş
buz kırığı etkisindeki krakle yüzeyleriyle diğer
stillerden ayrılır. Demir oksidin pişirim
sürecinde değişik reaksiyonlara girdiği diğer bir
seramik tipi Jian işleri olarak anılan “oil spot” (yağ
lekesi) sırlı seramiklerdir. Koyu renk sırın
yüzeyinde görülen efektler su yüzeyinde toplanmış
parlak yağ lekelerini andırır. Küçük, metalik gümüş
grisi lekeler nadir bir görünüm oluşmasını sağlar.İncelikle dekorlanmış Cizhou işleri, isimlerini
Hunan-Hebei hattındaki gelenekten alır. Bu
işlerde sgrafitto desenlerin yapılabilmesi için grimsi
stoneware bünye, genellikle uygun beyaz ya da
kahverengi bir astarla astarlanmıştır. İnsan
figürünün nadiren yer aldığı bu işlerde bitki ve hayvan
desenleri, değişik bordür ya da zeminlerde
işlenmiştir.
Kuzey Song hanedanlığının en asil ve
karakteristik ürünleri seladonlardır. Bu ürünlerin
arasından özellikle Zhejiang şehrinde Longquan
fırınlarında üretilen seladonlar, Çin seramikleri
hayranları için her zaman bir ayrıcalık taşır. Song
dönemi, Longquan seladonları bünye olarak porselen
karakterine yaklaşır, fakat onu büyük bir üne
kavuşturan şey lüsterli ve pürüzsüz yüzeyi ile parlak,
açık mavimsi yeşil sırların derinliğidir.
Kuzeyde yapılan Ju işlerinden etkiler taşıyan
“resmi” Kuan seramikleri de Hangzhou’daki saray
için üretilmişlerdir. Koyu gri renkli bünye, kül
renginden lavanta rengine gri ya da yeşil renkteki
seladon sırlarıyla kaplanmıştır. Bu işlerin ayırt edici
özelliği soğuma sırasında sır yüzeyinde oluşan çatlakların
bilinçli olarak arttırılmasıdır. Hangzhou’ya
çok yakın olan Jiangxi eyaletinin Ching–tê–Chen
(Jingdezhen) bölgesinde yapılan Ch’ing – pai işleri,
saf beyaz porselenin donuk mavimsi yeşil renklerde
sırlanması sonucu kusursuz bir hünerle çok zarif ve
yarı transparan olarak şekillendirilmişlerdir.XIII. yy.ın ortalarında Moğolların Çin
İmparatorluğuna yeniden saldırması sonucu Song
kültürü aşırı derecede etkilenmiş ve seramik sanatında
büyük bir düşüş kendini göstermiştir. Bu
dönemde Fujian ve Guangdong gibi kıyı
şehirlerinden çok fazla kaliteli olmayan, kozmetik
kapları, kutular, kahverengi sırlı büyük saklama
kapları gibi çok sayıda seladon ve Ch’ing – pai eşya
Güneydoğu Asya’ya ve Japonya’ya ihraç
edilmiştir.
Kubilay Han’ın hükümdar olduğu Yuan
Hanedanlığı boyunca (1279 – 1368), Hindistan ve
Yakın Doğu için üretilen seladonlar daha çok; geniş
tabaklar, şarap kapları gibi formlara sahiptiler.
Osmanlı sultanlarının İran seferlerinden dönerken
yanlarında getirdikleri ve bugün Topkapı Sarayı’nda
çok geniş bir koleksiyonda toplanan bu eserler bu
dönem işlerine örnek oluşturur. Bu işler daha önceki
işlere göre daha ağır üretilmiş olup, kalıpla veya
kazıyarak yapılan dekorlar ilgi çekmektedir. Benzer
kaba zevk, o dönemde üretilen Ch’ing-pai işlerinde
de görülür. Rölyef süslemelerin kalıplanarak kullanıldığı
Shufu işleri Ch’ing-pai’nin diğer gelişim
örnekleridir. Yumurta kabuğu beyazı (sırda çok
hafif bir uçuk mavi ton hissedilir) porselenler diğer
işlerden çatlaksız sırlarıyla ayrılırlar. Bununla birlikte,
Yuan döneminin sonraki dönemlere öncülük eden
en önemli başarısı, XIV. yy.ın ortalarından önce,
kobalt oksidin sır altı dekorlarında kullanılmasıdır.







24 Ekim 2013 Perşembe

MEZOPOTAMYA UYGARLIĞI
Mezopotamya, Türkiye'nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden Güneydoğu Anadolu Bölgesi Türkiye'nin 7 coğrafi bölgesinden en küçük olanı.Irak ve Suriye'nin kuzeyinde, Doğu Anadolu Bölgesi'nin güneyinde, Akdeniz Bölgesi'nin doğusunda ve İran'ın batısında yer alır.
Basra Körfezine kadar uzanan Fırat Nehri ve Dicle Nehri arasında kalan bölgenin ilk çağdaki adıdır. Bu bölge; Göç yollarının üzerinde olması, Topraklarının verimli olması, İkliminin elverişli olması, Irmaklarından sulamada yararlanılması gibi nedenlerle tarihsel dönemlerin başından itibaren bir çok uygarlıklara sahne olmuştur.
Bölge taş bakımından fakir olduğundan günümüze az sayıda eser vermiştir.Ama yazı geliştiği için edebi eserlerde gelişmişti.Bunların başında destanlar vardı.En tanınmış eserleri “Gılgamış Destanı, Tufan Hikayesi ve Yaradılış Manzumesi”dir. Mezopotamyalı tüccarlar “Kral Yolu” denilen yolu genişletmişlerdi. Halk;hürler,korunanlar ve köleler olarak üçe ayrılırdı.
Hürler: Bütün haklara sahip kimselerden oluşuyordu.Bunlar rahipler,asiller,memurlar,askerler ve tüccarlardı. Korunanlar: Hür olan insanların haklarının ancak bir kısmına sahip insanlardı., Köleler: Hiçbir hakkı olmayan insanlardı ve bu kişiler eşya gibi alınır satılırdı.
Mezopotamyalılar tanrıları için ziggurat denilen çok katlı tapınaklar yapmışlardır.Mezopotamya’da ekonominin temelini tarım teşkil ediyordu.Ayrıca hayvancılık ve balıkçılıkta gelişmişti.Tarımda toprak tanrının malı sayılıyordu ve ürünün büyük bir kısmı mabetlere veriliyordu.Ayrıca ekonominin gelişmesinde ticaret de büyük rol oynamıştır.Suriye ve Anadolu’dan kereste ve maden,Hindistan’dan ise fildişi getiriliyordu.Bütün ticari faaliyetler takas esasına dayanıyordu.Daha sonra para olarak gümüş külçeler kullanılmıştır.Ölçü birimleri de sistemleştirilmiştir.
ANADOLU UYGARLIKLARI
Anadolu, iklimi, jeopolitik konumu tarım, hayvancılık ve ticarete elverişli oluşu, gôç yolları üzerinde bulunması nedeniyle ilkçağda ônemli bir konuma sahiptir .Çeşitli uygarlıkların kurulduğu bir bölgedir.    Anadolu'da Tarih öncesinde de önemli yerleşim birimleri kurulmuştur . Antalya yakınlarında Karain, Bel dibi ve Belbaşı mağaraları, Antakya'daki Mağaracık yontma taş devrine uzanan en eski yerleşme yerleridir . Cilalı taş devrinde ise Çatal höyük, Hacılar, Beyce sultan yerleşim merkezleridir. Maden devrinde ise Truva, Alişar ve Alacahöyük önemli merkezlerdir . 
-Ticaret ve göç yolları üzerinde olması
-Verimli topraklara sahip olması
-İklim koşulları
-Coğrafi konumu gibi nedenlerle değişik kavimlerin istila ettikleri ve yerleştikleri bir bölge olmuştur. Yontma Taş Devri'ne ait Antalya Karain Mağarası, Cilalı Taş Devri'ne ait Konya Çatalhöyük, Maden Devri'ne ait Çanakkale Truva, Konya Karahöyük, Yozgat Alişar ve Çorum Alacahöyük önemli yerleşim merkezleridir.