KÜBİZİM DE STİJL AKIMININ ÖZELLİKLERİ
Kübizm, 20.yüzyıl başındaki temsile dayalı sanat anlayışından saparak devrim yapan Fransız sanat akımıdır. Pablo picasso ve Georges Brauge nesne yüzeylerinin ardına bakarak konuyu aynı anda değişik açılardan sunabilecek geometrik şekilleri vurgulamışlardır. Akımın manifestosunu yazan Apollinaire, bir taklit sanat değil tasarım sanatı olduğunu söyler.

Her iki akımda da geometrik ögeler kullanılmıştır. Sanatçılar romantik süslemelerden, motiflerden kaçınmıştır. Çıkış dönemleri birbirine çok yakındır. İki akımında mimarlık gibi resimden başka alanlarda etkisi büyüktür.
Picasso kübist eserlerde zaman kavramı olduğundan bahseder. ona göre figürler ve objeler hem sabah, hem öğlen, hem akşamüstü hem de gece görünümlerinde aynı anda resmedilmişlerdir. De stijl akımında ise böyle bir kaygı yoktur çok daha evrenseldir. Ayrıca kübizm baktığı açıdan nesnenin tüm hallerini ve tüm açılardan görünüşünü resmetmeyi amaçlar. De stijl’de ise eserlerde uyum, düzen kurulmaya çalışılır. De stijl’de sadece ana renkler ile yatay ve düşey hatlar kullanılırken kübizm akımında figüre oldukça yakın, esnek çizgiler kullanılabilir, herhangi bir renk sınırlaması da yoktur.
Piet Mondrian, insanüstü duyu ve becerilerin sahip olduğuz yeteneğe büyük etkisinin olduğunu düşünen bir ressamdır. Yaşamının belirli dönemlerinde teozofiye merak salmış ve bununla beraber yeni farklı felsefi öğretileri harmanlamasıyla özgün bir sanatın var olabileceğini, bu sanatın takip edeceği bir müziğin izleyici ile “mutlak” buluşması gerektiğini düşünmüştür. Nitekim sanatçının bu yolda yapmış olduğu resimler öyle bir “devamlılık” duygusu ve psikoloji taşımaktadır ki bugüne değin ve eminim bundan sonraki dönemlerde de sanatın her dalında anlam ve biçemin izleyiciye aktarılmasında tercih edilen mühim bir araç olarak görülecektir. Mondrian’ın peşine düştüğü ve eserlerini birbirine bağlayan iki önemli eleman olarak görülen “renk” ve “çizgi”, Wassily Kandinsky tarafından 1912 yılında kaleme alınmış “ Sanatta Zihinsellik Üzerine” adlı eserinde; sanatın maneviyatı, renk ve çizgi müziğinin neye benzediğini, arıtılmış insan ruhunun resim ile arasında kalan mekanda nasıl bir renk skalasını doğurduğunu anlatmıştır. Bu kitapta yazılanlar, Mondrian’ın eserlerinde çok rahat takip edilebilir
Mondrian Eserleride Müziğin Vurgusu
Teozofi; hristiyanlık çağından çok çok önce var olmuş ve sürekli varoluşa inanan, insan ruhunun evren ruhuyla düşünce, bilim ve aydınlanma çerçevesi içinde tinsel dolgularla birleşmesini öngören bir düşünce akımı, hatta psikolojik bir bilim olarak tanımlanmaktadır. Duyu, anlayış, diyalektik ve sezgi bu düşünce akımının temel yapı taşlarını oluşturur. Çok sesli bir enstrümandan ahenkli bir ses çıkarabilmeye benzeyen teozofi; cahil veya bencil olanlar için oldukça tehlikeli bir alandır. Evrim tablosu incelenirken, renklerin etkisi bir kenara bırakılmamalıdır ki bu, maddenin retina ile buluşmasını sağlayan en mühim kurallardan birisidir. Tabloya bakıldığında mavi bir tonun her bölgeye hakim olduğu görülmektedir. Mavi, Kandinsiky’e göre, göğe yükselmekte olan derinleşme gücüne sahip bir renktir. “Mavi, koyultuldukça insanı o ölçüde sonsuzluğa çağırır ki içinde saf olana ve nihayet doğaüstü olana bir özlem duygusu uyandırır. Mavi göğün rengidir; gök kelimesinin tınısını işittiğimiz zaman, kafamızda canlandırdığımız biçimiyle göğün rengidir. Mavi tipik semavi renktir; çok derine inen bir biçimde sükûnet unsurunu geliştirir.
Ciddi, sonu olmayan ve olamayacak durumlara sonsuz bir derinleşme olur. Mavi açıldıkça daha kayıtsız bir karakter edinir, insana uzak ve aldırmaz bir tutum kazanır, büyük şiddetlere yükselemez. W. Kandinsky bu paragrafta, mavinin neredeyse teozofi için olan anlamını da açıklamıştır. Resmin konusu ve adı itibariyle seçilmesi en uygun renk olmuştur mavi. İnsan ile göz temasına girdiğinde içe doğru derinleşen bu renk, derinleştiği yerde neyi aradığını ve sonunda neye ulaştığını anlatır. Öte yandan bu rengin müziksel tını karşılığı hakkında da şunları yazmıştır Kandinsky:“ Müziksel yönden canlandırıldığında açık mavi flüte benzer, koyu mavi viyolonsele ve daha da koyuldukça kontrbasın harika tınısını alır; koyu, törensi biçimindeyse tınısı pes bir orgun tınısına benzetilebilir.” Bu sesleri dinlediğimizde tinsel ve bilimsel aracın ne olduğu dahil, müziğin teozofik adımlarını hissedebiliriz.
Cümlede bahsi geçen enstrümanlardan yola çıkarak sağ ve solda yer alan figürlere daha koyu maviyle fon oluşturduğunu izleyebildiğimiz fırça darbesi izleyiciye, Kandinsky’den hareketle pes bir orgun tınısını yani Johann Sebastian Bach’ın Toccata and Fugue in D minor adlı eserinde kullandığı orgun ezgilerini dinletir gibidir. Bunun aksine Mondrian’ın, Avrupa klasik müziğinin yeni bir sanat anlayışını yansıtmayacağı düşüncesi de bilinmektedir. Sanatçı New York’a gittiğinde Brooklyn’deki cazz müzikten çok etkilendiğini ve bu müzik türündeki ritmleri resimlerine yerleştirmeye başlayacağını belirtmiştir. Nitekim 1940’lı yıllarda yaptığı Broadway Boogie-Woogie adlı eserinde yatay-dikey çizgilerin içinde ve renklerin özgür kalabildiği yerde oluşturdukları geometrik şekillerin dizilimi ile boogie-woogie tarzı bir müziğin nota evrimi geçirerek gözle duyumsamanın önünü açmıştır. Hatta bu eser, bir zamanlar boogie-woogie dansına merak salan dansçı sanatçı Mondrian’ın ayak ritimlerinin izlerini de taşıyor olabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder